Kur sorunu çığ gibi büyüyor

Kur sorunu çığ gibi büyüyor

Hala farkına varamamış gibiyiz ama kur sorunu çığ gibi büyüyor

Türkiye şimdiye kadar döviz kurunda üç kırılma dönemi yaşadı. Biri 1980 yılındaydı, 24 Ocak kararları sürecinde büyük bir dönüşüme imza atıldı, TL'nin değeri bir günde yarı yarıya düşürüldü, dolar 35 liradan 70 liraya çıktı. 24 Ocak kararlarının sonuçları ve uygulanması için nasıl bir ortama ihtiyaç duyulduğu tabii ki tartışılır, 12 Eylül olmasaydı bu kararlar uygulanamazdı, denilebilir. Bunlar apayrı bir tartışma konusu.

Türk parası 24 Ocak'ta yarı yarıya değer yitirdi ama değer kaybı izleyen yıllarda da hız kesmekle birlikte sürdü. 24 Ocak'ta alınan kararlarla her şey bir anda güllük gülistanlık olmadı, olamazdı da zaten.

Dövizde ikinci kırılmayı 1994 yılında yaşadık. Ekonomi profesörü başbakanımız, iktisat fakültelerinin birinci sınıfındaki öğrencilerin bile bilmesi gereken basit kurallardan habersiz bir davranış sergileyince Türkiye göz göre göre devalüasyon yaşadı. TL, 1994 yılını yüzde 50'den fazla değer kaybıyla kapattı.

Ve geldik üçüncü kırılmaya, 2001 krizine... Yılların birikimi vardı ekonomide, fay hattı gerilmişti, bankacılık sistemi yıkılmak üzereydi adeta, Çankaya Köşkü'ndeki ufak bir uyarı, kamuoyuna büyük bir kavga gibi yansıtıldı ne yazık ki ve domino taşları bir anda yıkılmaya başladı. Türk parası yine yüzde 50'den fazla değer yitirmişti.

1980 ve 1994'te sabit kur rejimi uygulanıyordu ve döviz kurundaki değişim için düğmeye basılması, karar verilmesi gerekiyordu, bu kararlar da verildi. 2001'de biraz daha farklı bir sistem söz konusuydu, TL'nin değeri bir bant içinde seyretmekteydi. Ama o bant, TL'ye dar gelmeye başlamıştı ve mecbur kalınınca bant açılıverdi.

Artık Türkiye döviz kurunda yeni bir sisteme geçmişti; dalgalı kur sistemine...

Bol döviz-düşük kur dönemi

Türkiye 2001 krizi sürecinde bankacılık sistemini tüm çürüklerinden ayıkladı. Özellikle son yıllarda hemen her gün üstüne çullandığımız, ama ekonominin can damarı olan finans sistemi sapasağlam bir hale getirildi. Bankacılık sisteminin denetim mekanizması Batı standartlarının bile üstüne çıkarıldı.

Bütün bunlara ek olarak uluslararası alanda da döviz bollaştı, bizde de faiz Batı ile kıyaslanmayacak kadar yüksekti. Tek parti iktidara gelmiş ve siyasi istikrar algısı da pekişmişti. Türkiye'ye oluk oluk döviz akmaya başladı.

Gelen dövizin bolluğu, Türk parasının değerlenmesini sağladı; Türk parasının değerli kaldığını ve artmayacağını görenler daha çok döviz getirdi ve bu durum kendi kendini besleyen bir sürece dönüştü.

2002 yılı sonunda sıfır atılmış haliyle 1.64 olan dolar, 2010 yılına gelindiğinde TL karşısında değer yitirmiş ve 1.55'e inmişti. 2012 yılı da 1.78 ile kapatılmıştı.

Devalüasyon demeyince devalüasyon olmuyor mu?

2013 yılıyla birlikte pembe gidişat sona erdi ve kur artışı başladı. 2013 yılını 2.13 düzeyinden kapattık, 2014'ü 2.32 düzeyinden. 2015 ile birlikte hızlanma arttı, 2.91'le bitirdik yılı. 2016'yı felaket gibi gördük, yıl 3.53'le bitmişti, ama 2017'ye bakınca 2016'yı arar hale geldik. Dün itibariyle şu satırları yazarken dolar kuru 3.78'e ulaşmıştı bile.

Türkiye daha önceki kur artışlarına "devalüasyon" diyordu. Şimdi, kur anlık değiştiği ve bu değişiklik belli bir otoritenin kararıyla olmadığı için devalüasyondan pek söz etmiyoruz. Ama biliyoruz ki devalüasyon, iktisat dilinde değer kaybı demek ve biz adını koymasak da son dönemde ciddi oranda devalüasyon yaşıyoruz.

Eskiden olduğu gibi sabit kur rejimi uygulansaydı, bir süre sabit kalan kurun bir anda değiştiğine tanıklık ederdik. Şimdi kur günden güne değişiyor ve biz de sanki bir şey olmamış gibi davranıyoruz. Ama yaşadığımızın günlük küçük devalüasyonlar olduğunu da pekala biliyoruz.



Yavaş yavaş ısıtılan kurbağa

Bir anekdot vardır ya...Kaynar suya atılan kurbağa can havliyle çıkmak için uğraşır; ama soğuk suya atılan ve yavaş yavaş ısıtılan kurbağa durumun pek farkına varamaz ve haşlanır.

Biz de kur artışının geçmişe kıyasla görece yavaş olması yüzünden yaşadığımız tahribatın farkına varamıyor muyuz sahi, yoksa varmaktan mı kaçınıyoruz?

Sorun giderek büyüyor, çığ geliyor adeta! Daha kötüsü bu sorun giderek ekonomik önlemlerle çözülemeyecek boyuta taşınıyor. Algı bozuluyor, Türkiye'ye bakıştaki algı.

"Yarın nasıl bir ekonomik karar alır da bu kötü gidişi durdurabiliriz" sorusu yanıtsız. Aslında alabileceğimiz bir karar da, uygulamaya koyabileceğimiz bir önlem de görünmüyor. Sorun ekonomik olmaktan tümüyle çıkmış ve siyasete kaymış gibi bir görüntü veriyor. Zaten en büyük açmazımız da burada.

Alaattin AKTAŞ

DÜNYA