Kazanç Vergilerine Hayır! (Abdulmenaf YAKUT)

Kazanç Vergilerine Hayır! (Abdulmenaf YAKUT)

Kazanç Vergilerine Hayır! Abdulmenaf YAKUT - 27.04.2015

Falancalara ölüm!” der gibi sloganvari bir başlık kullanmamı yadırgadınız mı sayın okuyucular, bilmem ama her yıl, devletin bir önceki yıla ait bütçesinin gelir ve gider kalemlerinin ilanı sırasında, özellikle bütçe gelirlerinin başlıca unsuru olan vergilerin çok büyük bir kısmının KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden meydana geliyor olmasına hayıflanan ve doğrudan vergilerin neden bir türlü dolaylı vergilerin önüne geçemediğine dert yanan mali entelijansiyamızın baskın görüşüne karşı çıkarak sesimi kitlelere duyurabilmek için, affınıza sığınarak, kendimi, militanlığa kaçacak böyle bir giriş yapmak zorunda hissettim.



Her neyse, sadede gelelim.

Efendim, geçen yılın merkezi bütçe kalemleri de geçen ayın başında yayınlandı, malumunuz olduğu üzere.

Neydi o rakamlar, önce bir hatırlayalım kısaca isterseniz.



Yıl: 20141000.-TL
A1-Genel Bütçe Gelirleri409.191.031
B  I-Vergi Gelirleri (C+G+J+P+T+U)352.436.834
C    1. Gelir ve Kazanç Üzerinden Alınan Vergiler106.203.850
D    a) Gelir Vergisi73.899.428
E    b) Kurumlar Vergisi32.304.422
G    2. Mülkiyet Üzerinden Alınan Vergiler8.214.946
H    a) Veraset ve İntikal Vergisi428.246
İ    b) Motorlu Taşıtlar Vergisi7.786.700
J    3. Dâhilde Alınan Mal ve Hizmet Vergileri142.089.491
K    a) Dâhilde Alınan Katma Değer Vergisi38.121.225
L    b) Özel Tüketim Vergisi91.073.807
M    c) Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi7.486.400
N    d) Şans Oyunları Vergisi768.167
O    e) Özel İletişim Vergisi4.640.204
P    4. Uluslararası Ticaret ve Muamelelerden Alınan Vergiler71.119.233
R    a) Gümrük Vergileri6.541.448
S    b) İthalde Alınan Katma Değer Vergisi64.387.913
Ş    c) Diğer Dış Ticaret Gelirleri189.872
T    5. Damga Vergisi10.324.299
U    6. Harçlar14.482.399

Yukarıdaki tablodan da anlaşıldığı gibi, 409,19 milyar TL’den oluşan toplam bütçe gelirlerinin 352,43 milyarlık kısmını vergi gelirleri teşkil etmekte; vergi gelirlerinin % 55’lik bölümü ise, sadece KDV ve ÖTV’den oluşmaktadır. Buna BSMV, özel iletişim, gümrük ve damga vergileri ile MTV ve harçlar gibi kazanç unsurları dışındaki kaynaklardan alınanları eklediğimizde, dolaylı yoldan alınan vergilerin nispetinin daha da yükselerek % 70’lere çıktığını görüyoruz.



Toplanan verginin geri kalan kısmı ise, şahıs ve firmaların elde ettiği kazançlar üzerinden alınan gelir ve kurumlar vergisinden oluşmaktadır. Bu iki vergi grubunun toplam vergiler içerisindeki payına gelince, resmi bütçe verilerine göre bu oranın %30’larda kaldığını görüyoruz.

Ama bu fotoğrafa bakıp, bunun bir çarpıklık olduğunu söyleyerek ah vah edeceğimi sanmayın.

Üstatlarım bağışlasınlar beni ama, bu noktada, ezbere dönüşmüş birtakım sözler sarf etmeyecek ve ‘dolaylı’ diye yaftalanan harcama ve işlem vergilerini acımasızca aşağılayıp bu vergilerin adaletsiz olduğu yönündeki savı tekrarlamayacağım.

Bir türlü toplayamadığımız kazanç vergilerini anlamsız bir bağlılıkla göklere çıkarırken; devlet kasasının, iki yakasını bir araya getirmesini sağlayan garibim harcama vergilerine üvey evlat‘muamelesi’ çekmeyeceğim.

Bugün açık konuşacağım.

Hemen herkesin bildiği ama çoğu kimsenin açıkça dile getirmekte her nedense tereddüt ettiği bir gerçeği ortaya koyarak kralın çıplak olduğunu haykıracağım.

Kazanç vergileri ile ‘doğrudan’ hedefe ulaşılamayacağını, gelir ve kurumlar vergisi sevdasının karşılıksız ve platonik bir aşktan öte bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışacağım.

Ama önce, kralın sahnede sadece don-gömlekle durmadığını, anadan doğma üryan bir biçimde kalabalığın karşısında beklediğini; çok da eski sayılmayan bir kalem olarak, küçük bir çocuğun saflıktan gelen cesaretiyle bağırarak bir kez daha ortaya koymam, böylece, kalabalıkları bu gerçeğe iyice bir inandırmam gerekiyor.

Bunun için de, sizi, bir kez daha yukarıdaki tabloda yer alan rakamlar üzerinde konuşmaya davet ediyorum.

Gelir ve kurumlar vergisi adı altında toplanan kazanç vergilerinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının % 30 olduğunu söylemiştik, değil mi?

Aslında böyle değil. Niye mi? Aşağıdaki tabloya bakalım.
    1. Gelir ve Kazanç Üzerinden Alınan Vergiler106.203.850
    a) Gelir Vergisi73.899.428
i        Beyana Dayanan Gelir Vergisi3.033.693
ii        Basit Usulde Gelir Vergisi298.067
iii        Gelir Vergisi Tevkifatı68.846.655
iv        Gelir Geçici Vergisi1.721.013
    b) Kurumlar Vergisi32.304.422
i        Beyana Dayanan Kurumlar Vergisi601.314
ii        Kurumlar Vergisi Tevkifatı189.222
iii        Kurumlar Geçici Vergisi31.513.886

İkinci tabloda yer alan bu rakamlar da 2014 yılında toplanan gelir ve kurumlar vergisinin alt kalemleri.



Ne diyor bu son rakamlar?

Şunu söylüyor:

Neden toplam vergiler içerisindeki payını bir türlü artıramıyoruz diye dövünüp durduğumuz gelir ve kurumlar vergilerinin çok önemli bir kısmının da; aslında, başta devlet memurlarının maaşları üzerinden ‘gelir vergisi’ adı altında yapılan kesintilerle, bazılarının sermayesinin kısmen ya da tamamen kamuya ait olduğu, ülkenin belli başlı iktisadi kuruluşların (geçici olarak beyan ettikleri dahil) kurum kazançları üzerinden hesaplanan ve haddizatında devlet hazinesi için gerçek manada bir vergi geliri sayılması mümkün olmayan unsurlardan oluştuğunu gösteriyor bize.

Diğer yandan verginin konusundan mükellefiyete, muafiyet ve istisnalardan kazancı oluşturan unsurların nelerden oluştuğuna ve bu unsurlardan indirilebilecek ve indirilemeyecek giderlerin neler olduğuna kadar… bu vergi türlerinin belirlenmesi, hesaplanması ve beyanıyla ilgili iki koca kanunu maddelerle dolduran; bu yetmezmiş gibi, değerlemeye, defter tutmaya ve amortismanlara ilişkin hükümleriyle devasa bir Vergi Usul Kanununu bile bu iki kanunun adeta hizmetine murahhas kılınmasına rağmen; müptelası olduğumuz bu iki vergi türünden hasıl olan gerçek manadaki gelirin toplam vergiler içerisindeki nispetinin, bütçede yer alan resmi rakamların aksine % 30 değil, çok daha küçük bir rakam olduğunu görünce; hakikati kabul edip, Mecnun misali, hayali Leyla’nın peşinden dolanmaktan vazgeçmemiz lazım geldiğini anlamamız gerekiyor, sanırım.

Hep anlatırım.. Kavranıp toplanması çok daha kolay olan, basit ve sade yapıdaki harcama ve diğer işlem vergileri dururken; enerjimizi, kavramakta büyük zorluklar çektiğimiz, hatta yer yer buna hepten imkân bulamadığımız kazanç vergileri için, niye daha çok toplayamıyoruz diye yanıp tutuşmamızı; sahip oldukları çiftliklerde beslemiş oldukları binlerce büyük ve küçükbaş hayvanı kesip bunların etlerini afiyetle tüketmek varken, böyle yapmayarak, akşama kadar dağdaki beş on tane yaban keçisinin peşinden koşturup nefeslerini tüketen, fakat buna rağmen günün sonunda ancak bir iki hayvan avlayabilen, bazen de eli tamamen boş dönen insanların durumuna benzetiyorum.

Sevgili okuyucular, sizin bu konudaki görüşünüzün ne olduğunu ve bu görüşünüzün şu ana kadar anlattıklarımdan etkilenip etkilenmediğini bilmiyorum, ama samimi olmak gerekirse, ben, ‘kazanç vergileri de kazanç vergileri’ diye sayıklayıp durmamızı verdiğim örnekteki insanların, deyim yerindeyse, mazoşistliğe varan durumuna benzetiyorum.

Hâlbuki verginin doğuşu ‘harcama’ benzeri somut bir muameleye bağlandığı için; kavranması, bir yıl gibi belli bir dönem içerisinde elde edilen hâsılatla bu hâsılatın elde edilmesi ve idamesi için yapılmış olan giderlerin tenzilinden oluşan son derece karmaşık birçok iş ve işlem gerektiren, neticede ise, beklediğimiz randımanı alamadığımızı her defasında tecrübe ettiğimiz kazanç vergilerinden çok daha kolay olan, yani, işlemin hukuken ve iktisaden tekemmül etmesiyle beraber, tahsilât ya da başkaca hiçbir şey beklemeden, tırink! diye tahakkuk eden güzelim muamele vergileri dururken, hala daha kazanç vergilerinin peşinden koşturmaya ne gerek var?

Nasıl olsa devlet için vergi almaktaki maksat, kendi gider bütçesini karşılamak değil midir? Neredeyse tamamı vatandaştan alındığına göre, bu verginin, vatandaşın gelir elde etmesi sırasında veya elde ettiği bu geliri harcadığı veyahut harcamadan arda kalanını biriktirip servete dönüştürdüğü sırada vergilendirilerek kamu hazinesine aktarılması arasında ne farkı var?

Neticede vergiyi ödeyenler gerçek kişiler değil midir? Hukuki açıdan tüzel kişiliği ve/veya muhasebesel özerkliği bulunan şirketlerin kazançları da, ortaklarına ait bir para olduğu için; bunların sermayelerinde meydana gelen artışlardan, yani kar unsurlarından alınan vergi de nihayetinde gerçek kişilerden alınmış olmuyor mu?

Ha! Bu arada hemen söyleyeyim. Dolaylı vergilerin yapısı gereği adaletsiz olduğu yönündeki yaygın ama bizce yersiz tartışmayı da unutmuş değilim.

Aslında, vergi hukuku konusunda az buçuk mürekkep yalamışlığı olanların teslim edecekleri gibi, herhangi bir vergiyi adaletli kılan şeyin, başlı başına o verginin kendisi değil; bu verginin, mali güçleri farklı sosyal ve ekonomik gruplara ne şekilde ve hangi ölçülere göre uygulandığıdır.

Bizim Gelir Vergisi Kanunumuzun 103. maddesinde yer alan tarifedeki artan oranlılığın kendisi bile, bu vergiyi uygularken onu adaletli kılmaya yönelik olarak konulmuş bir müessese değil midir örneğin? Ya da aynı Kanundaki bir çok muafiyet ve istisna hükmünün varlığı, bu amaca hizmet etmek için konulmuş değil midir? Aynı şeyi kurumlar vergisi için de söyleyebiliriz.

Demek ki bu vergiler kendi başlarına adaletli değilmiş. Bunların vergi adaletine uygun bir biçimde tatbik edilebilmesi için, ilave birtakım mekanizmalarla bezenmeleri gerekiyormuş.

Daha ne o zaman?

Harcama ve diğer işlem vergilerinin her halükarda adaletsiz olduğu savına gelince, kimse kusura bakmasın ama ben böyle bir şey kabul etmiyorum.

Neymiş efendim? Zengin de günde bir ekmek yiyormuş, fakir de. Hatta zenginler, sağlıklarına daha çok düşkün oldukları ve imkanları da buna elverdiği için ekmek yemiyorlarmış bile. Zengin de günde bir paket sigara içiyormuş, fakir de…

Yani, dolaylı vergilere yüklenirsek eğer, yıl sonunda fakirden de zengin olanlar kadar vergi alacak olurmuşuz. Halbuki zenginlerden daha fazla vergi almak için, onların bütün bir yıl boyunca elde ettikleri envai çeşit kazancın peşine düşmemiz icap ediyormuş.

Bu arada, tam da yeri ve zamanı gelmişken tarafımı ilan edeyim hemen ben.

Efendim, bendeniz prensip olarak bu noktada ne zenginlerin tarafında ne de onların karşısında yer alıyorum.

Neredeyim peki?

Hukuka inanan herkes gibi Anayasa’nın yanında tabi ki.

Ne diyor peki Anayasa, 73. maddesinde?

“Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür” diyor.

“- Bi dur arkadaş yahu, Allah’ını seversen! Yine yaptın yapacağını! Bi öyle diyorsun, bi böyle. Kafamız allak bullak oldu valla. Ne söyleyeceksen söyle de rahatlayalım biz de. Kişi ve kurumların kazançları üzerinden vergi almayalım diyorsun, peki geri kalan vergi kaynağı olan harcama vb. işlemlere daha da yüklenince kantarın topuzunu hepten kaçırmış olmaz mıyız?”

diyorsunuzdur şimdi eminim…

Az durun siz de bir hele, ama. Aceleniz ne kardeşim? O fasla geliyordum ben de zaten.

Herkesin malumu olduğunu düşündüğüm, bu, harcama ve işlem vergilerinin adalet ölçüleri içerisinde ne şekilde toplanabileceği meselesi üzerinde de bir iki kelam ederek, hayli de uzayan yazımıza bir son vermek istiyorum.

Hızla gireyim konuya:

Harcama ve işlem vergilerindeki adaleti de, aynı şekilde, yine; verginin konusu dışında bırakma, oran farklılaştırması yoluna gitme ve muafiyet ve istisna uygulamaları yoluyla gerçekleştirilebiliriz. Örneğin, en önemli vergi gelirlerinden biri olan ÖTV, fakir fukaranın da tükettiği temel gıda ve içecek maddelerinden alınmayabilir ki alınmıyor.

Yine, teorisi itibariyle, iktisadi hayatta cereyan eden tüm mal teslimi ve hizmet ifaları üzerinden alınması gereken genel bir harcama vergisi olan KDV’de de adaleti sağlamaya dönük birtakım muafiyet ve istisna alanları belirlenebilir ki bizde de böyle yapılmaktadır.

Ya da farklı mal ve hizmet gruplarına, türlü sosyo-ekonomik hatta siyasi veya idari mülahaza ve gerekçelerle daha düşük ya da daha yüksek oranların öngörüldüğü bir vergileme rejimi öngörülebilir ki Ülkemizde de, bilindiği üzere, hizmet işlemleri dışında, hâlihazırda üç ayrı oran uygulanmakta ve zenginle fakirin eşit miktarda tükettikleri söylenen ekmek ve benzeri gıda maddelerinin çok önemli bir kısmında, %18 olan genel oranın hayli altında olacak şekilde, %1 veya %8 oranı uygulanmaktadır.

Zekice yapılacak maliye politikası projeksiyonlarıyla, alım gücü itibariyle sadece varlıklı kesimlerin alıp tükettikleri düşünülen mal ve hizmetlerden alınan harcama vergilerinde geçerli olan oranların daha da yükseltilmesi mümkün.

Hâsılı kelam, harcama vb. işlem vergilerinin de vatandaşın mali gücüne göre alınmasını; yani varlıklıdan çok, yoksuldan ise daha az alınmasını ya da hiç alınmamasını sağlayacak alternatif mekanizmalar her zaman bulunabilir. Yeter ki uğraşılsın.

Muamele vergilerinin, kazançlar üzerinden alınan vergilere göre üstün yanlarını ise, basitlik ve kavranabilirlik başta olmak üzere, saymakla bitiremeyiz.

Amaç, verginin çoğunu, yüksek gelir seviyesine sahip varlıklı kesimlerden almaksa şayet; bunun en kolay yolu, bu vergilerin insanların yaptıkları harcama vb. iktisadi ya da hukuki işlemler üzerinden alınmasıdır.

Hepimiz insanız, değil mi? Çok kazanıp zenginleştiğimizde, insan tabiatı gereği, bu kazançlar üzerinden vergi ödememek için bin takla atarız belki ama sonra da gidip bu parayı bir şekilde harcar ya da çeşitli servet unsurlarına dönüştürürüz, değil mi?

Kazandıklarımızı bavullar içinde yurtdışına götürmek yasal açıdan o kadar da kolay değil biliyorsunuz. Paraları öte tarafa götürecek de değiliz ya…

O zaman, ülkenin vergi politikalarına yön veren aktörlerin bu konuda gözlerini dört açmaları gerekiyor.

Elde ettikleri kazançlar üzerinden hiçbir vergi ödemeden varlıklarını artıran zengin sınıfı ne yer, ne içer, ne giyer, neye biner, nerelere takılır, ne gibi araç ve gereçler kullanır, zevk ve hobileri nelerdir, hangi semtlerde oturur, nerelerde vakit geçirir ya da nerelerde tatil yapar?

Aynı şeyin, toplumun ekonomik açıdan daha düşük katmanlarını teşkil eden orta ve alt gelir grubundaki insanlar için de benzer şekilde yapılması gerekiyor tabi.

İyi para kazandığını düşündüğümüz birinin, bir yıl boyunca elde etmiş olduğu ticari, zirai, mesleki, kira, faiz… gibi pek çok gelir unsurunun peşine düşüp, bütün bu kaynaklardan elde ettiği safi kazançları tespit ederek, bu kişinin ödemesi gereken vergiyi hesaplamaya uğraşacağımıza, bu kişinin harcama vb. iktisadi veya hukuki işlemleriyle sahip olduğu kişisel servet unsurlarına yoğunlaşırsak, vergi kaynağının ve verginin doğuşuna kaynaklık teşkil eden hadisenin kavranıp tespit edilmesi açısından çok daha akıllıca olmaz mı?

Ya da şöyle soralım: Kaç fakir lüks araç kullanır, lüks konutlarda oturur, yılda kaç kez yurtdışına çıkar… vs? Varlıklı kaç kişi, iyi kazandıkları halde, sırf daha az MTV ödemek için ucuz otomobil kullanmayı tercih eder?

Öte yandan, prensipte, servetlerin vergilendirilmesi taraftarı değilim. Ama harcama ve diğer muamelelerden alınan vergilerin bütçe giderlerini karşılamakta yetersiz kaldığı durumlarda, belirli birtakım servet unsurlarından belli ölçülerde vergi alınmasında da şahsen herhangi bir mazur görmüyorum.

Emeğe dayanan ücret gelirlerinin vergilendirilmesine, adaletsizliğe sebebiyet verdiği için; girişim faaliyetlerinden alınan vergilere ise, sermaye birikimine ve yatırımların gelişmesine ket vurduğu düşüncesiyle karşı çıkan ve bu nedenle her mahfilde, kişi ve firmaların gelir ve kazançları üzerinden alınan vergilerin yüksek olduğunu dile getiren ama buna rağmen öneri noktasında, söz konusu vergilerin kaldırılması yerine, oranlarının düşürülmesini salık verenlerin aksine, ben; farklı bir açıdan karşı olduğum, bu, gelir ve kurumlar vergilerinin, ilgili kanunlar ilga edilecek şekilde temelli bir biçimde kaldırılmasının ve Ülkenin bu vergiler açısından bir tür  ‘cennete’ dönüştürülmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum.

Böylece devletin, toplamak istediği vergiyi çok daha kolay ve etkili, üstelik gayet de pratik ve adaletli bir biçimde tahsil etmesi mümkün olur.

En önemlisi de, kazanç vergilerine tutulmuş olduğumuz bu kara sevdadan yakamızı kurtarmış oluruz.

Fena mı olur?

Abdulmenaf YAKUT



Vergi Müfettişi



vergialgi.net



27.04.2015