Ah KDV Ah! Bir Türlü Anlaşılamadın Gitti (Abdulmenaf Yakut)

Ah KDV Ah! Bir Türlü Anlaşılamadın Gitti (Abdulmenaf Yakut)

Ah KDV Ah! Bir Türlü Anlaşılamadın Gitti… (Abdulmenaf Yakut)

Bir okurumuzun sorduğu soruya cevap olmak üzere kaleme almış olduğum yazıyı siz değerli okurlarla paylaşmak istiyorum.

Soru mealen şu şekilde: İşçilik giderlerimiz KDV’ye tabi olmadığı için, haliyle, çalışanlara yaptığımız ücret ödemeleri için KDV ödemiyoruz. Bu nedenle bir KDV indirimi hakkımız olmuyor. Ürettiğimiz mamullerin satışı ise KDV’ye tabi olduğu için, satış tutarı üzerinden KDV hesaplayıp beyan ederek ödemek durumunda kalıyoruz. Satışlarımız üzerinden hesaplamış olduğumuz KDV’den indirebileceğimiz KDV, işçilik dışındaki sair masraf ve girdilere ait faturalarda yazan KDV ile sınırlı olduğundan şirketimizin kasasından, başka sektörlerde faaliyet gösteren firmalara nazaran daha fazla KDV ödemesi çıkıyormuş gibi görünüyor.

Evet böyle deniliyor, ama durum böyle değil aslında.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki, ticari vb. iktisadi işler yapan işletmeler, KDV’nin mükellefi olarak belirlendikleri halde, bu verginin asıl yüklenicileri değiller. KDV’nin esas yüklenicileri (yani ödeyicileri), üretilen mal ve hizmetlerin asıl tüketicisi olan sıradan vatandaşlardır. Tüccar ve esnafın bu vergi karşısındaki rolü, nihai tüketicilerden alınmak isten vergiye aracılık etmekten ibarettir.

Ama bu durum, ticaret erbabı tarafından uygulamada bu şekilde algılanmadığı ve buna göre davranılmadığı için, mükellefler, bu verginin kendilerinden alındığı düşüncesine kapılmaktadırlar.

Ama olaya bu şekilde değil de, özellikle satış fiyatını belirlerken, ürettiğiniz malın size olan toplam maliyeti, istediğiniz brüt satış karı ve devletin, müşterinizden tahsil etmenizi istediği KDV diye ayrı ayrı düşünüp buna göre satış fiyatı teklif etmez de, müşterilerinizden alacağınız paranın tümünü kendi hakkınız olarak telakki ederseniz; daha sonra, KDV ödemeniz gerektiği söylendiği vakit, işletme sahibi ve yönetimi olarak haksızlığa uğradığınız hissine kapılıyorsunuz.

“Ne diyorsun Allah aşkına sen hoca? Uzun uzadıya anlattığın bütün bunları bilmeyen mi var sanki? Vergi hukukuna hazırlanan dünkü çocukların bile bildikleri bu şeyleri geç de, çözüm nedir? Çözümden bahset bize asıl sen!” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Var tabi çözüm yolları ama her birinin kendine göre olabilirlik derecelerinin yanı sıra birtakım risk ve maliyetlerinin bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu yol ve yöntemlerin neler olabileceği konusunda da birkaç söz söyleyerek bugünkü yazımıza da son verelim. Şöyle ki;

1- Bu gibi sektörlerde faaliyet gösterip bu dertten şikâyet edenlerin bir kısmının maalesef zaman zaman başvurdukları yöntemlerden birisi, hiç kimsenin asla tasvip ve tavsiye edemeyeceği, naylon fatura kullanmak suretiyle, hesaplanan vergiden indirebilecekleri verginin tutarını haksız yere şişirmektir. Ama zinhar, bu yolun başvurulabilecek bir çare olmadığını tekrarlamak istiyoruz. Çünkü vergi idaresinin, elindeki mevcut denetim ve gelişmiş takip/analiz imkân ve yöntemleri sayesinde, mükelleflerce kullanılan naylon faturaları eskisinden çok daha kolay ve çabuk tespit edebilme imkânları bulunmaktadır. Üstelik bu fiillerin İdarece tespit edilmesi durumunda; mükelleflerin önemli bir imkan olan ‘uzlaşma’ kapsamına girmeyen üç kat vergi zıyaı cezalı tarhiyatlarla, hapis cezası ve firmaların ticari hayatına önemli kısıtlar getiren (kara liste diyebileceğimiz) belli kodlara girme ihtimallerinin olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle mükelleflerimizin, kendilerine bu yola başvurmalarını salık verenlerin tavsiyelerine uymamalarını şiddetle öneriyoruz.

2- Bu ‘dert’ten kurtulmanın en selametli yolu hiç şüphesiz, faaliyet gösterilen alanda geçerli olan KDV oranının düşürülmesini sağlanmasıdır. Ne var ki, hükümetlerin vergi politikalarını etkilemek demek olan böyle bir işin yapılabilmesinin o kadar da kolay olmadığını tahmin etmek zor değil.

3- Diğer bir yöntem de, mükelleflerin, faaliyetlerini vergi oranı düşük sektörlere doğru kaydırmalarıdır. Böylesi manevralarda bulunmanın firmalar açısından o kadar kolay olup olmadığının takdirini de sizlere bırakıyorum.

4- Bu konuda akla gelen ancak tatbiki yine o kadar da kolay olmayan başka bir yöntem daha var ki o da, literatürde geçen ‘vergi planlaması’, daha doğrusu ‘vergiden kaçınma’ kavramları kapsamında değerlendirilebilecek bir yöntemle, yani; emek yoğun işler yapan bu durumdaki mükelleflerin, yürütmekte oldukları bu faaliyetlerinin yanında, aynı mükellefiyet çatısı altında girişecekleri yeni bir işle, eski faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan vergiyi absorbe edecek (özellikle girdisi yüksek vergili olan, çıktısı ise, ‘indirimli oran’ ya da ‘tevkifat’ gibi uygulamalar nedeniyle düşük vergili olduğu için sürekli KDV devri ile neticelenen) başka işler yapmaları ya da belli bir süre boyunca sadece KDV yüklenimlerini artıracak olan yeni yatırımlar yapmalarıdır.

Ama sevgili okuyucular, psikolojik bir rahatlamadan ibaret olan son söylediğimiz bu yöntemin de aslında gerçek çözüm olmadığını unutmamak gerekiyor. Çünkü daha evvel de belirttiğimiz gibi, mükellefler olarak Hazineye ödediğimiz KDV, sadece, ayda bir gidip vergi dairesine yatırdığımız vergiden ibaret değil. Mal ve hizmet alırken, alış faturalarında yer alan tutarların yanında ya da onun içerisinde satıcılara ödediğimiz KDV’nin de Hazineye intikal ettirilmesi gerektiğini hatırımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Dolayısıyla, satışlarımız üzerinden hesaplamış olduğumuz vergiyi eritip daha az ‘ödeme’çıkaracağız diye, yeni bir faaliyet alanına girmek ya da KDV’li girdileri yüksek olan yeni yatırımlar yapmaya kalkışmakla sadece kendimizi kandırmış oluyoruz aslında.

Üstelik müşterilerimizden tahsil ettiğimiz vergiyi vergi dairesine kendimiz yatırdığımızda bunun Hazineye intikal ettiğinden kesin bir biçimde emin olabiliriz. Ancak, kendilerinden alış yaptıklarımızın vergi kaçırma girişiminde bulunarak ‘emanet’imize ihanet ederek onu gasp edebilecekleri ihtimalini göz ardı etmemeniz gerekiyor.

Şu an için aklımıza gelen yöntemler bunlardan ibaret, ama her birinin diğerinden ayrı bir karmaşıklığı bulunan ve ekonomik ya da hukuki birtakım risk ya da zorluklar barındıran bu gibi yol ve yöntemler üzerinde kafa zonklatacağımıza, gelin, daha önce de açıkladığım şekilde; hesabımızı kitabımızı sağlam yapalım yani hem alış ve masraflarımızda hem de satış ve hasılatlarımızda maliyet ve alışlarla satışlardaki KDV’leri kendi helal iktisadi karımızdan sadece muhasebesel olarak değil, psikolojik açıdan da ayrı tutalım diyorum.

Gerisi sizin bileceğiniz iş.. ves-selam…

Abdulmenaf Yakut

HÜRSES